14 Ağustos 2010 Cumartesi

Gençliğime hitap

Küçükken derste sıkıldıkça, okur; 1. vazifemin, türk istiklalini, türk cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafa etmek olduğunu hatırlardım. zira, mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli bu idi.

Sonra büyüdüm, istikbalde dahi, türk insanını bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahlardan biri olduğum söylendi. ve eğer olur da bir gün, istiklâl ve cumhuriyet müdafaa edilmek zorunda kalınırsa, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağı vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyen insanlar tarafından, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyet ile tehdit edilmeye başlandım. aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş olmasa da, bütün tersanelerine girilmiş olmasa da, bütün orduları dağıtılmış olmasa da ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olmasa da, bu korkuların türk insanını ele geçirdiğini, faturasının ise benim gibilere yazıldığı gördüm. bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunuyordu ve benim de onların yanında olduğuma inanılıyordu. hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit ettikleri gibi, benim de aynı ortaklığa katıldığım ileri sürülüyordu. milletin, her zamanki gibi fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olmasının baş sorumlusunun da ben olduğum iddia ediliyordu.

Artık pek türk istikbalinin evlâdı da değildim. işte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifem; türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmak olsa da, muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcut değildi. zira, hiçbir damardaki kanın asil olduğuna inanmıyordum.

18 Mayıs 2010 Salı

maviler

her şey değişmiş
köşeler yumuşamış ve kırılmış
gene de söylemeye korkuyorum bazen
hep böyle mi olucak
pencereden duman içeri süzülüyor
ve silikleşiyor
bütün katılar buharlaşır bir gün elbet
kaçarken yakalanıyorum
galiba en güzeli de bu